Edebî Sofralar

Tok karna okuyunuz! Ya da siz bilirsiniz.

Epey bir zamandır dijital platformlarda yayınlanan yapımların başarılarından, kalitesinden ve saire söz ediyoruz. Bunun etkenleri arasında televizyon yayınlarının süresi ve dijital platformların daha popüler hâle gelmesi sayılabilir. Bunun yanında keşfetmemiz gereken şeylerin arasında onları gördükçe de ilgimiz ve odağımız da o tarafa kaymış durumda. Öte yandan televizyonda, ulusal kanallarda da pek kaliteli işler yapılıyor. Bazı kanallarsa hakikaten takdire değer. Bunlardan biri ve benim de en dikkatimi çeken TRT 2. TRT 2 zaten uzun zamandır sanat ve kültür alanında yaptığı işlerle adından söz ettiriyor. Ama zannediyorum ki son yıllarda eleştirmeye, eleştirirken de kötü özelliklerden bahsetmeye alışkın olduğumuz için “İyi zaten iyidir. Biraz da eksikleri söyleyelim daha iyi olalım.” fikriyle hareket ediyoruz ve iyi olanı konuşmaktan ve bazen hakkı olduğu hâlde övgü sözleri söylemekten yâni beğenimizi ifade etmekten imtina ediyoruz.  

Bu yazımda sizlere TRT 2’nin yeni yayın döneminde dikkatimi çeken programlarından biri olan Edebî Sofralar’dan bahsedeceğim. Bu programla nasıl karşılaştığımdan bahsedeyim öncelikle kısaca: Nergiz Erbay’ı sosyal medyadan takip ediyordum ve Ninemin Dolabı hesabından diktiği ürünleri paylaşıyordu. Böyle kısaca anlatmak istemezdim ama yazının asıl konusu bu değil. Merak edenler inceleyebilir. Her neyse… Bir süre önce Edebî Sofralar programının TRT 2’de yayınlanacağını duyurdu. O günden beri de programın yakın takipçisiyim.

Mehmet Kaplan, Kültür ve Dil adlı eserinde “Edebiyatı hemen hemen kültüre denk buluyorum. Denklik ayniyet demek değildir. Aynadaki hayal, kendisine akseden eşyaya benzer. Edebiyat bu manada, kültürün aynadaki aksine benzetilebilir.” der. Kültür unsurları öyle ya da böyle edebî eserlere yansımıştır. Bizler için sofra, bir sofranın etrafında toplanmak, yemek yemek de kıymetli bir kültür ögesidir; yaşamımız, yaşayışımız hakkında bilgiler verir. Kalabalık bir sofrada toplanıp yemek yemek, ayaküstü bir şeyler atıştırmak, bulgur pilavına kaşık çalmak ya da hizmetçilerin birinin gelip birinin gittiği mükellef bir sofrada seçkin davetlilerle bir akşam yemeği yemek… Doğumlar, ölümler, düğünler, mutlu haberler ve hatta üzüntüler bile bizi sofranın etrafında buluşturur.

Bir yanda Cemal Süreya, “Yemek yemekle ilgili ne düşünürsünüz bilmem ama kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı.” derken bir yandan köyde apar topar kahvaltı yapıp tarlaya ekin biçmeye giden köylülerin olması, öte yandan Barış Manço’nun “Buyurun dostlar, buyurun. Halil İbrahim sofrasına!” demesi de bize yemek yemenin, sofrada olmanın hayatımızda ne kadar önemli bir yer tuttuğuyla ilgili ipuçları verir.

Yemek bir yer sofrasında mı yeniyor yoksa tahta iskemleli, muşamba çakılı küçük bir masada mı? Yemeğe kimler davetli? Sofrada kullanılan yemek takımları ithal mi, su takımı kesme kristal mi? Bardaklardaki içe ekler neler? Sofra kalabalık mı yoksa tek kişilik mi? Roman kahramanı tıka basa mı yiyor yoksa ayakta bir şeyler mi atıştırıyor? Bunların hepsi edebî eserle pek tabii yazarla ilgili de bilgiler içeriyor. Öte yandan gene kültürümüzde, dilimizde yer alan sefer, sefer tası, sofra, misafir kelimeleri arasındaki ilişkiyi de bir düşünmenizi tavsiye ederim. Zira programın adından tutun da müziklerine, görsel unsurlarına, çekimine ve tabii ki konuklarına kadar her şey çok ince düşünülmüş. Hazır lafı buradan açmışken de programdan konuşalım elbette.

TRT 2’de pazartesi günleri 19.00’da yayınlanan programda her hafta Türk edebiyatındaki farklı bir edebî eserdeki sofraya konuk oluyor izleyenler. Sofra merkezde olmak üzere de yazarlar, eserler ve eserlerin yazıldığı dönemdeki toplumsal hayattan bahsediliyor. Bu sofranın daimî misafiri, programın sunuculuğunu üstlenen Fatih Baha Aydın ve her hafta değişen uzman konuklar. 25’er dakikadan oluşan bölümler, o bölümde anlatılan eserde geçen bir pasajın seslendirilmesiyle ve bir sofranın kurulmasıyla başlıyor. Sofranın kurulması derken işe mutfaktan, yemeklerin hazırlık aşamasından pişirilmesine, sunumuna kadar pek çok safhaya şahitlik ediyoruz. Burada da Şef Kevser Aydoğdu’nun marifetli elleriyle karşılaşıyor seyirci. Özellikle belirtmem gerekir ki sanatsal ve estetik kaygı gözetilerek hazırlanmış, film sahnelerinden farksız bu sahnelerde izleyici ve okur olarak kendinizi eserin içinde hissedeceksiniz.

Tanpınar’ın Huzur’u

İlk bölümde Tanpınar’ın Huzur’undaki sofraya konuk oluyoruz. Programın uzman konuğu da Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi rektörü Prof. Dr. Handan İnci. Tanpınar’la ilgili şunu söylüyor: “Tanpınar’ın romanlarında sofralar bir roman karakteri gibidir. O kadar işlevseldir.” Sofrada barbunya var. Tanpınar’ın romanlarında okurun karşısına sık sık çıkar bu yerli balık. Onun romanlarından sofra kuruluyorsa eğer romanda bir eşik aşılacaktır.

Simitle Çay

İkinci bölümde Sait Faik’in Simitle Çay öyküsündeki kahvaltı sofrasına konuk oluyoruz. Onun “sabahın büyük ziyafeti” dediği bu sofrayı gazeteci-yazar Mehmet Yaşin’den dinliyoruz. O da bu kahvaltıyı yapabiliyorsa eğer kendisini dünyanın en yoksul kahvaltısını yapan zengin adamına benzettiğini söylüyor. “Simit Anadolu’dur.” diyor. Anakara simidi, İstanbul simidi, gevrek Kastamonu kel simidinden bahsediliyor ki bu benim hassas noktam. Bu bölümde seyirci, simitle ve Sait Faik hikâyeciliğiyle ilgili harika detaylar bulacak.

Refik Halit Karay, Mutfak Zevkinin Son Günleri

Sofra deyince elbette ki Ramazan sofralarını da anmak gerekir. İftarda yenen yemeklerin tadı eminim ki hiçbir yemekte yoktur ve sahurda uykuyla karışık ağza atılan lokmalar hepimizin zihnimize kazınmıştır.  Yazar Artun Ünsal Refik Halit’in sahur sofrasına o pek tatlı Türkçesiyle misafir oluyor. “Yemeğin en büyük özelliği, sadece yemek olmadığının anlaşılmasıdır.” diyor. Ünsal, bu bölümde yemekle ve yemek kültürüyle ilgili şahane tespitlerde bulunuyor, yemek kültürümüzdeki değişimlere dikkat çekiyor. Hatta buzdolabının yemek odasına konmasını anlattığı kısım da epey dikkat çekiyor.

Felâtun Bey ile Râkım Efendi

Bu bölümün konuğu olan yazar- araştırmacı Beşir Ayvazoğlu, “Bir medeniyeti tanımak istiyorsan sofrasına ve yemek kültürüne bakacaksın.” diyor. Elbette konu Felâtun Bey ile Râkım Efendi olunca da Doğu ve Batı medeniyetleri arasındaki farklar ve bu iki medeniyetin çatışması oluyor.

İnce Memed

Beşinci bölümde de Dr. Nihan Abir ile birlikte Hatçe ve Iraz’ın hapisteki sofrasına konuk oluyoruz. Bu sofranın kıymeti de iki insanın arasındaki buzları eritip onları yaklaştırıyor olmasıdır. Aynı zamanda sofranın kurulmasıyla da romandaki dersn sükûnet bitmiş ve iki kadın arasındaki yakınlığın adımı atılmıştır.

Bölümde, Yaşar Kemal’in romanlarında zengin ve fakir sofralarına konuk olmaktan, sofranın bir araç oluşundan ve içeriğinden konuşuluyor. Sofranın bireysel ve toplumsal gösterge oluşunun üzerinde duruluyor. Çünkü sofra, insanlar arasındaki uzaklık ve yakınlık anlamındaki münasebetin göstergesidir aynı zamanda. Güvenmediğiniz bir kimseyle aynı sofraya oturmak istemeyeceğiniz gibi aynı sofraya oturduğunuz kişilerle de bağ kurarsınız.

Çamlıca’daki Eniştemiz

Yayınlanan son bölüm olan altıncı bölümde yazar Mario Levi ile Abdülhak Şinasi Hisar’ın sofrasına konuk oluyoruz. Bu sofranın öne çıkan özelliği de zenginliği ve özenidir. Burada tasvir edilen sofrada Hisar’ın sofra zevki oldukça etkili olmuştur. “Hüzün hayata bağlar insanı ama içinde bir gülümseme taşır. Ne mutlu ki edebiyat var anlatabilmek için.” diyerek Mario Levi, Hisar’ın yazar kimliğine ve şahsiyetine de atıflarda bulunuyor.

E peki siz hangi edebî sofrada kimlerle oturmak, neler konuşmak isterdiniz?

Edebî Sofralar, her pazartesi akşamı saat 7’de TRT 2 ekranlarından seyircisiyle buluşuyor. Ben televizyonda denk getiremem, derseniz ya da eski bölümleri izlemek isterseniz diye de TRT İzle uygulamasını kullanarak tüm bölümlere ulaşabilirsiniz. Hatta şuracığa bağlantısını da bırakıyorum: https://www.trtizle.com/programlar/edebi-sofralar

Reklam