Şarkılarla Yaşıyoruz

İlkokul öğretmenim “Şimdi herkes geriye dönsün ve tarih şeridini incelesin.” dediğinde 9 yaşımdaydım. “Herkes tarih şeridini incelesin ve gelecek çağa hangi ismin verilebileceğini tahmin etsin.” Hepimiz benzer cevapları vermiştik: Uzay Çağı, Bilgi Çağı, Teknoloji Çağı vs. O zamanlar, geleceğe dair hayallerimiz uçan arabaların icat edilmesinden ve oturup dakikalarca, saatlerce yemek yemek yerine kapsül şeklinde haplar yutacak olmamızdan ibaretti. İnsanın bir hap yutup da doyacak olmasını havsalam almamıştı. Ne olursa olsun yemek yemek için her zaman vaktim vardı galiba o zamanlar. Her neyse… İcat edilince görecektik.  Aslında herkes hayal ediyor diye ben de uçan arabaların nasıl bir şey olabileceğini hayal etmiştim. Derya’ya “Ama zaten uçak diye bir şey varken uçan arabalara neden gerek olsun ki?” diye sorduğumda “Düşünsene arabalar uçuyor. Haydi bir hayal et. Çok güzel değil mi?” gibi şeyler söylemişti. Bu kadar da vizyonsuz olunmaz ki!  Neyse ben Jetgiller’i seyretmeye devam edeyim.

Bir gazetenin sürmanşetinde “Ateş Çağı” başlığını gördüğümde ise 22 yaşımdaydım. Yıllar geçmiş ve dünya değişmişti. Her şey bize vaat edilenden çok farklıydı. Dünyanın gelmiş geçmiş en hakiki distopyasını yaşıyorduk ve distopyalar ütopyalaran daha gerçekçiydi. Hayatımızın arka planında “Biz büyüdük ve kirlendi dünya.” çalıyordu artık. Ya da daha kötümser olmak gerekirse “Dünyanın sonuna doğmuşum.” gibi şeyler de çalabilir.

Belli bir yere kadar bir rutin hâlinde seyreden hayatımız bir gün aniden bir kaosa sürüklenmeye başladı. “Nerede o eski bayramlar!” ya da “Nerede o eski Ramazanlar.” diye hüzünlenirken bir gün öncesinde yaşadıklarımızın bile aslında ne kadar kıymetli olduğunu düşünmeye başladık. O zaman da radyolarda “Elbet bir gün buluşacağız. Bu böyle yarım kalmayacak.” çalıyordu. Sonra, bizim adına “felaket” dediğimiz daha bir sürü şey oldu. Yangınlar, seller ve adını dahi anmak istemediğimiz şeyler. Her geçen gün bu yaşananların son bulmasını ve eski hayatımıza geri dönmeyi diledik. Her yeni güne bambaşka umutlarla başladık ve Cem Karaca söyledi: Bugün sen çok gençsin yavrum/ Hayat ümit neşe dolu/ Mutlu günler vaat ediyor/ Sana yıllar ömür boyu/ Ne yalnızlık ne de yalan üzmesin seni/ Doğarken ağladı insan/ Bu son olsun, bu son.

Aslında yaşanan ve yaşanılacak olan her şey ihtimal dahilindeydi belki de. Biz sadece adına “düzen” dediğimiz şeye çok fazla alıştığımız için çok sarsılmıştık.

Belki coğrafyamız belki de yaradılışımız gereği hep iyi olana, mutluluk verene sarılıyoruz. Zor zamanlarda yaşamak için yaratılmış gibiyiz bir yandan da. Nerede birinin canı yansa hemen onun yanına koşuyoruz kendi acımızı unutup. Gene de güzel olanı görüyoruz bir yolunu bulup.

Kastamonu’dan Tuğba Hanım sıradaki şarkıyı tüm sevenlerine armağan etmiş. Dinleyelim efendim: Hiçbir kere hayat bayram olmadı ya da/ Her nefes alışımız bayramdır/ Bir umuttu yaşatan insanı…

Reklam

Çizik Plaktan Şiirler

Maziye meftun bir hal ki temerküz etti
Didarım olanın azabı ve süruru
Sindi içime nezâret-i meltemden kûru
Na’sakin gönlümde var deli aşk şiddeti

Fasih bir tını idi düşenler lebinden
Hâlâ da öyledir iyi kötü ne dese
İzmihlâldir netice lerzan işitmenin
Ya râb bu bîmar hâllarımı hiç dindirme

Beni muhasara eyledi o şebnem-dar
Bu cerîmenin ceremesi de çekilir (eve’lallah)
Ateş-i efsun beni bu kadar mı yakar
Yoktur bir şekvâm çünkü gönlüm aşktan mahîr


Kelime anlamları:

Meftun: Tutkun, tutulmuş, vurgunluk. Temerküz: Toplanma, bir yerde birikme. Nezaret: Bakma, bakış, seyir. Kur: Kör. Fasih: Güzel, ahenkli. Leb: Dudak. İzmihlal: Yok olma, mahvolma. Lerzan: Titreme, titrek. Bimar: hasta, hastalıklı. Muhasara: Sarma, etrafını kuşatma. Şebnem-dar: Üstünde çiy taneleri bulunan. Cerime: Suç, günah. Cereme: suçu olmadığı halde bedel ödemek. Ateş-i efsun: Büyülü ateş. Şekvam: Şikayet. Mahir: Usta, eli yatkın.