
Aromatik Adam Kitap Eleştirisi

“Görünen her şey gerçek değildir.”
Roman, bu sözü belki de en iyi şekilde yansıtan romanlardan biridir. Yazarımız körü körüne inanmanın yanlışlığını, herkesin doğru kabul ettiği şeylerin aslında doğru olmayabileceğini, en önemlisi de bir şeye inanmadan önce onu sorgulamamız, araştırmamız, doğruluğunu test etmemiz gerektiği mesajını romanında en iyi şekilde anlatmıştır.
Her şey bir tren vagonunda başlıyor. Gizemli adamımız Şapkalı Adam trende yolculuk ederken sohbet esnasında bir iki kişinin sorunlarını dinler. Yolculardan birinin maddi problemi varken diğerinin de sağlık problemi olduğunu öğreniyor ve adamlara onların dertlerine derman olabileceğini söyler. Tabii ilk başta kimse inanmaz fakat gizemli adamımız maddi probleme sahip olan adama cebine bakmasını söyler. Adam cebine baktığında tam da ihtiyacı olduğu miktarda parayı cebinde bulur. Diğer adamın da o esnada ağrıyan bileğinin ağrısı tuhaf bir şekilde geçer. Tam nasıl oldu diye sorgularken beyinler ne hikmetse Şapkalı Adam birdenbire ortadan kayboluverir. Daha sonra bu olay medyaya yansır. Bunun sonucunda da toplumda bir ayaklanma ve ikilem meydana gelir. Toplum Şapkalı Adam’a inananlar ve inanmayanlar olarak ikiye ayrılır. İşlerin gitgide kötüye gittiği görüldükten sonra Şapkalı Adam’ın gizemini çözmesi için bir savcı görevlendirilir. Savcımız bilimin yolunu izleyerek bütün olayı aydınlığa kavuşacaktır. Romanın sonunda Şapkalı Adam’ın aslında pek de güvenilir olmayan, bazı illüzyonist numaralar ve çeşitli kimyasallarla insanları kandıran, yalancı ve sahtekar biri olduğu ortaya çıkar.

Yazar, Anooshirvan Miandji düşünmeye, sorgulamaya ve gerçeği aramaya yönelten felsefi eserleri ile tanınan bir yazardır. Aromatik Adam adlı esrinde de okuyucularını düşünmeye, merak etmeye ve sorgulamaya iter. Aynı zamanda yazar, körü körüne inanmanın ne kadar yanlış olduğunu eserinde biz okuyuculara göstermektedir. En tehlikeli toplum, bir şeye körü körüne bağlanan, bilginin doğruluğunu sorgulamayan, eleştirmekten korkan ve çıkarları uğruna her şeyi yapabilecek, hatta çıkarları uğruna gerçeklerin üzerini çizebilecek bir toplumdur. Ben bir okuyucu olarak romanı okurken pek çok duygu değişikliği yaşadım. Çoğu zaman kızdım, çoğu zaman da şaşırdım. Aynı zamanda romanın sonuna doğru her şeyin açığa çıkmaya başladığı bölümlerde de mutlu oldum.
Aklı ve mantığı kullanabilmek çok önemli bir kabiliyettir. Biz insanlar hayatımızın her evresinde aklı ve mantığı kullanabilmeliyiz. Çünkü akıl ve mantık insanı yanıltmaz ve bizi gerçeğe götürür. İnsanoğlu olarak maalesef çoğu zaman bir şeyleri kolay yoldan elde etmenin peşini bırakamıyoruz. Kolay yoldan elde ettiğimiz her şey bize tatlı geliyor. Çoğu zaman bir şeyleri elde etmek için çabalamıyoruz ya da kolay yoldan nasıl elde edebileceğimize dair yollar arıyoruz fakat şunu bilmiyoruz ki kolay yoldan elde ettiğimiz hiçbir şey bize fayda sağlamaz. Bir şeyleri hak etmek için çaba göstermeli, ter dökmeli ve emek harcamalıyız. Tabiri caiz ise biraz başımızı ağrıtmalı, kafa yormalıyız.

Kitabın bir bölümünde sunucu gazeteciye soru soruyor: ‘’ Bunlar toplumu nasıl ikna edebiliyor? Nasıl toplumda karşılık bulabiliyor?’’ Gazeteci şöyle cevaplıyor:
‘’İkna… İnsanların ihtiyaçları var. Bu ihtiyaçlarını karşıladığınızda onlar size inanırlar.’’ Gerçekten de öyle değil mi? Bizim toplumumuzda da çıkarları ve ihtiyaçları uğruna her şeye inanan, eleştirmeyen, sorgulamayan, ”Nereden geldi? Nasıl geldi?” diye sormayan insanlar yok mu? Kısacası ‘’ Üzümünü ye, bağını sorma.’’ mantığıyla yaşayan pek çok insan var. Her toplumda böyle insanlar bulunabilmekte. Bu bağlamda da romanı evrensel olarak nitelendirebiliriz. Yazar, romanı aracılığıyla bize ‘’ Sorun, sorgulayın ve araştırın!’’ mesajını veriyor. Doğada hatta evrende olan her şeyin bir sebebi vardır. Tıpkı dünyanın güneşin etrafında dönmesinin, yağmurun yağmasının, yaşanan her mevsimin bir sebebi olduğu gibi.
Toplum olarak gerçeklere gözümüzü kapamamalıyız. Araştırmalı ve doğruyu bulmaya çalışmalıyız. Üfürükçüden, muskacıdan, büyücüden medet ummamalıyız. Bilim de elbet yanılabilir ama bilim deneme-yanılma ve kanıtlar üzerinedir. Bu nedenle de bazı şeylere inanmadan önce bilimin süzgecinden geçirmeli, düşünüp tartmalıyız. Bunun yolu da iyi bir eğitimden geçmektedir. Toplum eğitilmelidir. Akılcı düşünebilen, soru sormaktan korkmayan, eleştirebilen, en önemlisi de bolca okuyan insanlar yetiştirilmelidir.
Romandan beğendiğim bir kesiti sizlerle paylaşmak istiyorum:
‘’ Bilimin her şeye cevap vermek gibi bir iddiası yoktur. Bilimin yolu zor ve çetindir. Bilim, düşünmeyi, sorgulamayı, deney yapmayı ve tekrar tekrar baştan almayı gerektirir. Bilim bedava değildir, emek ister. Doğada bedava diye bir şey yoktur.’’
Sizce de doğru değil mi? Atalarımızın da dediği gibi ‘’Emek olmadan yemek olmaz.’’ En basit örnekle bir bitki yetiştireceğimizi düşünelim. Tohumu alıyoruz, toprağa ekip bırakıyor muyuz? Hayır. Onu suluyoruz, gübre veriyoruz, toprağını çapalıyoruz. Bunları yapmadığımız sürece tohum filizlenmeyecektir. Bakın saydıklarımın hepsi bir iş, bir emek. Kısacası romanda hiç çabalamadan Şapkalı Adam sayesinde bir şeyler elde ettiğini ya da edebileceğini düşünen insanlar büyük bir yanılgı içerisindeydiler ve gerçeği öğrendiklerinde de sarsıldılar. Romanda da geçtiği gibi ‘’ Gerçek bizden bağımsızdır ve değişmez.’’ Gerçekleri değiştiremiyorsak o halde kabul etmeliyiz. Böylece daha az üzülürüz ve romandaki Şapkalı Adam’a körü körüne inanan, gerçeği öğrenince de hayal kırıklığı yaşayan insanlar gibi olmayız.
Romanda dikkat çekilmek istenen diğer bir nokta da menfaatçilik konusuydu. Kitapta bilime karşı çıkan doğaüstü konular uzmanı gerçekleri bilmesine rağmen bilmiyormuş gibi davrandı çünkü Şapkalı Adam sayesinde olağan üstü olaylara ilgi duymayan, inanmayan insanlar bile inanmaya başlamıştı. Bu da onun alanına ilgi duyulmasına sebep oldu ve ona çıkar sağlamaya başladı. Daha pek çok çıkarcı insan Şapkalı Adam üzerinden çıkar sağlamaya başlamıştı. Şapkalı Adam adına oteller, şifa evleri vb. yerler açmaya başlamışlardı. Çıkarcı insanlar tehlikelidir. Çünkü menfaatleri uğruna her şeyi yapabilecek potansiyele sahiptirler. Çıkarcı insanlar toplumun çürümüş bir parçasıdır. Kolayca yalan söyleyebilir ve bunu yaparken de asla utanmazlar. Onlar her şeyleriyle sahtedirler ve sizi de sahtekârlıklarına ortak etmeye çalışırlar. Çok konuşurlar ama konuştuklarının içi boştur. Yazar romanında bu durumu en iyi şekilde kaleme almış ve okuyucusuna göstermiştir.
Romanı okumaya ilk başladığımda adının nereden geldiğini kestirememiştim. Yazar romanın sonlarında bunu açıklıyor. Şapkalı Adam’ın insanları bu kadar kolay kandırmasının sebebi; pek çok kimyasal maddeyi bir araya getirerek insanlar üzerinde sanrılar meydana getiren değişik bir kokuya sahip karışımlar kullanmasıydı. İşte romanın ismi de buradan gelmektedir.
Romanla ilgili çok beğendiğim diğer bir nokta, insanı sürekli sorgulamaya itmesi oldu. Bir okuyucu olarak romanı okurken ben de sürekli kendime sorular sordum. Bunun yanı sıra okuyucuya merak duygusu aşılayan, akıcı bir romandı. Okuyucu romanı okurken bol bol düşünüyor, soru soruyor ve farklı bilim dallarından izler bulabiliyor en önemlisi de ders çıkarabiliyor. Ben severek okudum ve her okuyucunun da özellikle bilime merakı olan okuyucuların bir solukta okuyabilecekleri bir roman olduğunu düşünüyorum.
Savcı, ‘’Bazı mektuplarda bu şahsın özgün koktuğu yazılıydı. Sizce bir bağlantı olabilir mi?’’
Biyolog emin bir tonla devam etti: ‘’Evet, bazı kimyasallarda halkalı yapı vardır, bu halkalı yapı kendine has keskin kokular oluşturur. Biz onlara aromatik bileşenler diyoruz.’’
Savcı gülümsedi: ‘’ Demek bizim Şapkalı Adam aslında aromatik adam.’’