Zamanla Birlikte Değişen Güzellik Algısı

Güzel kelimesi sözlükte “biçim içindeki uyum ve ölçülerindeki dengeyle hoşa giderek hayranlık uyandıran” anlamına gelir ve dilimizde öznel kelime olarak geçer. Öznellik ise kişiden kişiye göre tanımı değişebilen bir durumdur. Bunun sonucunda göze hoş gelen herhangi bir şey, herkes için değişkenlik gösterebilirken geçmişte bu kavram öznellikten çıkıp genel bir kaide kabul edilmiş, bir kültür olarak değişime uğramış ve insanların hayatlarında köklü değişime sebep olmuştur. Toplumların bu kişiden kişiye değişebilecek potansiyeldeki kelimeye tek bir algı yüklemesi sonucu insanlar güzel kelimesine tek bir tanım vermeye başlayarak herkes aynı şekilde hayatına tatbik etmek için çabalamış, bunun uğrunda bir çok eziyeti göze almıştır. Bunun tek amacı ise ‘güzel olmak’. 🙂

Bakalım toplumlar güzelliği nasıl tanımlamış ve insanlar buna nasıl riayet etmiş bunu inceleyelim.

İşte Çin’de güzel olmak adına uygulanan,

LOTUS AYAK GELENEĞİ

Lotus Ayak, Çin’ de kadınların ayaklarını, küçük göstermek amacıyla bebeklikten itibaren bağlayarak parmak gelişimini engelleyip ayağın küçük kalmasını sağlayarak güzel göründüğüne inanılan bir gelenektir. 10. yüzyılda başladığı tahmin edilmektedir. İlk başlarda bu gelenek, üst sınıflar tarafından statü belirtisi olan bir hareketti fakat zamanla bu tüm sınıflara yayılarak bir güzellik sembolüne dönüşüp 20. yüzyıla kadar devam etmiştir. Lotus Ayak geleneği zambak ayak ismiyle de bilinmektedir. Güzelliğin sembolü olan bu gelenek sebebiyle kız çocuklarının bebeklikten itibaren ayakları açılmayacak şekilde bağlanıyor ve büyüdükçe parmakların kırılması sonucu gelişim engellenip ayağın boyutu üçgen şeklini alıyordu.

7-8 cm kalan bu ayaklar, güzelliğin sembolüydü ve kadınlara yine kadınlar tarafından uygulanan bu gelenek, onların bu acıya katlanmasını gerektiriyordu. Zaman ilerlediğinde insanların yürümesini engelleyecek bir hal almasına rağmen bu geleneğe riayet ediliyordu ve küçük ayakların her zaman daha cazip olduğuna inanılıyordu.
1600 yılından itibaren bu durumu ortadan kaldırmak amacıyla birçok şey denendi. Fakat uzun süre başarılı olunamadı. 20. yüzyıla gelindiğinde kadınlar ayak bağlama karşıtı kampanyalar başlatarak durdurma girişiminde bulundular. Sosyal hayatın da değişimiyle beraber 1912 yılında bu trajik gelenek tamamen ortadan kaldırılmıştır.

Buna rağmen geleneği devam ettirenler de mevcut olmuştur.

https://www.youtube.com/watch?v=0t3QOScub_w

Dünyanın en uzun boyunlu kadınları

Myanmar’ın Karen kabilesine mensup bu kadınlar, dünyanın en uzun boyunlu kadınları olarak bilinmektedir.
Bu kabileye mensup insanlar çocuklarının 4-5 yaşlarından itibaren boyunlarına halka takmaya başlarlar.

Bu ağır halkaları takmalarının şuan ki sebeplerinde efsanelere göre bazı görüşler olsa da asıl sebebi geleneklerini devam ettiriyor oluşlarıdır ve kendilerini bu şekilde güzel gösterdiklerine inanmaktadırlar. Ayrıca boynu uzattığını düşünmektedirler ki bunun aksine bu geleneğin, boynu uzatma gibi bir etkisi olmayıp sadece kaslara baskı yaparak boynu daha yukarda tutması sebebiyle yani göze uzun göstermesi sebebiyle takılmaktadır. Belli bir süreden sonra vücuttan çıkarılırsa kasların zayıflaması sebebiyle boyun, başın ağırlığını taşıyamayıp kırılarak ölüme yol açabilir. Bu sebeple kadınlar bunu uzun süre boyunca bedenlerinden çıkarmamaktadırlar.

Peki hiç mi çıkarmıyorlar diye soracak olursanız, insanlar yalnızca özel günlerinde çok kısa süreliğine bu halkaları çıkarabilmektedir. Onun dışında uyurken dahi bu halkalarla uyumak zorundadırlar. Aksi halde zaman içinde zayıflayan kaslar boynun kırılmasına sebep olacaktır. İşte bu toplumun güzellik algısı bu şekilde gelişmiş olup tarihe geçmiştir.

https://www.youtube.com/watch?v=D69H03EhCxQ

https://evrimagaci.org/zurafa-boyunlu-kadinlar-padaung-halkinin-kadinlari-neden-boyunlarini-uzatmaya-calisiyor-9285

15-17. Yüzyıllar: Chopine ayakkabılar

1400-1600 yılları arasında popüler olan bu chopin ayakkabılar, soyluluğu temsil ediyordu. Bu yıllarda kadınlar uzun elbiselerini çamurdan korumak ve soylu bir statü elde etmek için bu ayakkabıları giyiyorlardı. Bu ayakkabı, sahibi ve statüsü hakkında bilgi veriyordu. Chopin ayakkabıların yüksekliği 50 santimetreye kadar çıkabiliyordu.

İlginç olan ise bu ayakkabıları giymeyi göze alan kadınlar yürümek için bir hizmetliye ihtiyaç duyuyordu. Bir hizmetli olmadan bu ayakkabılarla yürümeleri oldukça güçtü. Yanlarında bir hizmetli olmaları gerekmesi onların soylu olduğunun da göstergesi olacağından bundan memnun oluyorlardı.
Demek oluyor ki kadınlar yine bir görünüm uğruna bu yüzyıllarda moda kabul edilen eziyet verici bu ayakkabıları memnuniyetle giymektedirler.

Makyaj Koruyucu Maske

1939 yılına ait bir görsel.

Bu yöntem kadınları rüzgar, yağış gibi dış etkenlerden makyajlarının bozulmasına karşın korumaktadır. Göründüğü üzere nefes alacak bir alan kalmadığı için bu koruyucunun buğulanması gibi dezavantajları göze almışlardır.

GAMZE BELİRGİNLEŞTİRİCİ ALET

Kulak arkasından bağlanarak yanağın iki tarafına baskı yapması sonucu yüzde gamze oluşturan bir alet.

Kadınlar bu aletle kendilerinde beliren gamzelerle daha güzel göründüğüne inanmaktalardı. 1923 yıllarında gamzenin kadınlarda daha güzel görüneceğine dair bir moda anlayışı başlamıştır. Bunun sonucunda kadınlar bu yöntemi uzun süre uyguladıklarında ancak bir sonuç alabilmektedirler ve acısını, ağrısını sırf sonucu için göze almaktadırlar.

YÜKSEK ALIN, KİRPİKSİZ GÖZ MODASI

Bu moda rönesans döneminde yaygınlık kazanmıştır. Bu dönemde hala kozmetik ürünleri kullanılırken kadına bakış açısı değişmiştir. Uzun ve yuvarlak alın moda olup, saç çizgisi oldukça üstten başlamaktadır. Şık görüntü oluşturmak için saçlarını alnından tıraş edenler, kirpiklerini cımbızla yolanlar olmuştur.

BEYAZ GÖRÜNME MODASI

(İngiltere Kraliçesi I. Elizabeth)

O dönemde kadınlar tenlerini bembeyaz yapmanın güzel olduklarını ispatlayacağını düşündükleri için içinde kurşun, sirke ve bazı maddelerden oluşan bir üründen makyaj yapıyorlardı. Bu ürün cildi bembeyaz yaparken zamanla sarıya dönüyordu. Bu sebeple bunun en çok kullanıcısı İngiltere Kraliçesi I. Elizabeth’dir. İngiltere ve İrlanda’da çok kullanılmıştır. İnsanlar teni güneşte yanan işçilerden kendini ayırmak, soylu olduklarını belli etmek için buna özenmişlerdir. Hatta kraliçe bunu o kadar çok kullanıyordu ki suratı, tarihe ‘gençliğin maskesi’ olarak geçti.

DAMAR ÇİZME MODASI

İngiltere 17. YY Modası

O dönemde kadınlarda göğüs dekoltesi mevcuttu. Normal halkta dahi göğüslerin dekolteli olduğu elbiseler giyilmektedir. Soylular yine kendini onlardan ayırmak için yukarıdaki resimde olduğu gibi görünen kısımlarına mavi kalemle damarlar çizmişlerdir. Yüksek sınıfa mensub olan kadınlar kendilerini belli etmek amacıyla bu yönteme başvurmuşlardır. Boyun, göğüs hatta sırtın görünen kısımlarına dahi çizmişlerdir.

https://www.youtube.com/watch?v=mxUOkSg3_uU

BACAKLARINI BOYATAN KADINLAR

Londra’da 1941 yılında kadınlar, bacaklarını boyatarak kendilerine külotlu çorap varmış gibi bir görünüm kazanıyorlardı.

GÖĞÜS ÖLÇÜSÜ ARTIRMA ALETİ(1930-1940)

Bu yıllarda kadınsı özellikleri belli eden kıvrımların günümüzdeki gibi belirgin olması modaydı. Bu sebeple kadınlar için,

Göğüs ölçüsünü artırdığı düşünülen, bir hortum+göğüs şeklinde bir kap+dondurucu derecede az miktar soğuk sudan ibaret bir makine ortaya çıkarıldı. Bu hidroterapi masajının işe yaradığı düşünülüyordu.

1960’LARDA SAÇ DÜZLEŞTİRME

O dönemde kadınlar ütü masalarını saçlarını düzleştirmek için de kullanmaktaydı. Saçların ütünün yüksek ısısından dolayı yanabilmesi açısından riskliydi tabi bu durum.

https://www.youtube.com/watch?v=gZnI6H4bzP0

Daha bizi şaşırtacak birçok yaşanan olaylarla dolu bir geçmiş var arkamızda. Kadınların güzellik uğruna yapamayacağı şeyin olmadığını, her dönemin kendine ait bir bir güzellik tanımı olması ve insanların buna uymak için varını yoğunu ortaya koyduğu bir dönemin olduğunu görüyoruz. Esasında bu öznel kavramın ne kadar nesnelleştirip bir moda halini aldığını görmüş olduk. Günümüzde ise bunun farklı şekilleri mevcut, her dönem olduğu gibi. İnsan güzellik kavramını bir kalıba sığdırmadan olduğu halinden memnuniyetle tanımladıkça o zaman hiçbir sorun kalmayacaktır belki de…

Reklam

İnsanın Anlam Karmaşası

İnsan, ortalama 70 yıl yaşadığı hayat sahasında ömrüne alabildiği kadar düşler, beklentiler, duygular, acılar, mutluluklar sığdırmış olan; bunca farklı duygulara ve fikirlere sahip olup, evrende var olduğu sürece bu sınırlı hayatında hep bir anlam arayışında bulunan bir varlıktır. Anlam, onun belirsiz bu hayat sürecini yaşanabilir kılan onu bilinçlendiren bir olgudur. İnsan aynı zamanda doyumsuz, hep daha fazlasına yeltenen, sınırları ihlal etmeye müsait, hataya meyilli ve hatayla deneyimli bir varlıktır. Hayat boyu yaşadığı bir çok şeyden anlam çıkarma çabası içinde bulunan insan, aynı zamanda acıyı hissetmeye, yara almaya da en müsait varlıktır.

Her şeyde bir anlam arayıp bulan insanın çektiği acılar, aslında çıkardığı anlamlarla doğru orantılı ilerler. Olaylara bakış açısı, değerlendiriş biçimi, karakteri ve duyguları tamamen bulduğu ve dayandığı bu anlamlara bağlıdır.
Hayat bir dere misali hiçbir an olsun zamanın bir noktasında durmadan, akmaya devam ederken insan bu hayatın neresine tutunuyor? Diye soracak olsak, kesinlikle bulduğu anlamlara tutunduğu söylenebilir. Evrende anlam arayan tek canlı olarak insan, yıllar boyu hep bu kavramın peşinden koşup bununla hayatını şekillendirmiştir.

Çektiğimizi zannettiğimiz bir çok sıkıntının, hissettiğimizi düşündüğümüz bir çok acının da altında bizim yüklediğimiz anlamlar, düşüncelerimiz, beklentilerimiz, dayanak olarak gördüklerimiz yatar. Hayatın anlamını mutluluk ve sevgi olarak koyan bir kişi, yaşamının hüzünlü bir zaman diliminde dibe çökecektir. Çünkü o bütün anlamı mutlulukta bulmuş, mutlu olmazsa hayatın kendisine hep acı vereceği yanılgısına kapılmıştır. Anlam bulmak adına tekrar bir mutluluk arayışına girecek, arayıp bulamadıkça kendini dibe geriliyormuş gibi hissedecektir . Veya hayatının merkezine başarıyı koymuş, anlamı, mutluluğu başarıda yakalamış bir kimse, yine hayatın bir bütün olduğunu varsayarak düşündüğümüzde, eksik ya da yanlış bir şey yaptığında buna kafa yorup, suçu yine kendinde arayacaktır. Aynı şekilde mükemmeliyetçiliği hayatının merkezine koyan insanlar da kusur kavramıyla yüzleştiğinde bunu kabullenemeycek, kafasında büyütüp bu sorunla yüzleşemeyip kendini üzmenin yollarında hırpalanıp duracaktır.
Neye anlam yüklüyorsa insan oradan nasibini alacak, aksini görüp zıddıyla da yüzleşecek, hayatın her zaman merkezdeki gibi gitmeyeceğini, işlerin hep planla yürümeyeceğini görecektir. Süreklilik arz eden bir şey olmadığını, hayatın hep bir değişim içinde, insanı sabit bırakmadığını yaşayarak bilecektir.

Tüm bu kargaşanın ortasında ise sonunda tek bir anlam çıkacaktır. Yaşam denilen bu süreç, bir kargaşa, bir arayış, anlam bulma çabası, direniş, yıkılış, acılar ve umutlar, hüzünler, mutluluklar bütünü. Aynılıktan uzak, değişime ve değiştirmeye müsait, içinde her şeyden bir miktar bulunduran duyguların tümü. Böylelikle her şeyi anlamlandırmak yerine yaşamı kabul etmek, şartlandırmadan, her haliyle kabullenmek ve her şartta devam etmeyi öğrenmek insanlık adına en birinci çıkarılması gereken anlam olacaktır.

“Hep gülemezsiniz. İşler hep yolunda gitmez. Hep mutlu olmak mümkün değildir. Hep kazanmak diye bir şey olmaz. Hep doğru yapmazsınız. Ama hep acı çekmezsiniz de. İşler hep kötüye gitmez. Hep mutsuz olmaz, hep kaybetmez, hep yanlış da yapmazsınız. İşte bunlar hep yaşamak.”
-alıntı

Dudak Yeme Alışkanlığı/Bağımlılığı

Dünya üzerinde insanların sahip olduğu tonca alışkanlık bulunmaktadır. Bu alışkanlıklar belli bir süre içerisinde çeşitli faktörlerin de etkisiyle kişiyi bağımlı hale getirebilir. Bağımlılık ise önü kolayca kesilemeyen etkisinden kurtulabilmek için ekstra çaba gerektiren bir durumdur.  Bağımlılık dendiğinde akla yalnızca kötü alışkanlıklar gelse de bunun çokça çeşidi vardır.  İlgi bağımlılığından tutun da dudak yemeye kadar çokça garip isimler sayılabilir. Bugün Dudak içi/dışı yeme bağımlılığı üzerinde duracağız.

Dudak Yemek Ne Demek?

Kişinin dişleri ve zaman zaman ileri safhalarda elleriyle de destek alarak dudağının içindeki deriyi ve dışındaki kabuğu soyma işlemidir. Kişi bu deriyi kopardıkça zevk aldığını düşünür ve odağını başka bir noktaya çevirene kadar buna devam eder. Yemesi ise ona kalmış bir seçimdir. Genellikle koparılan deriler çok da düşünülmeden ağız içinde kaybolur ve bu tiksindirici gelmez.

Tetikleyici Sebepler

Sebepler iki ana kola ayırabilir. Bunlar fizyolojik ve psikolojik olarak incelenmelidir. Fiziksel olarak bedendeki bazı sorunlar dudak kuruluğuna bu da haliyle dudak derisini koparmaya sebep olabilir. Örneğin böbreklerin işlevinde sorun yaşayan hastalarda dudak yeme eğilimi görülmüştür. Buna benzer şekilde günlük yeteri kadar su tüketmeyen bireylerde de dudak kuruluğu ve sonucunda dudak yeme gibi durumlar görülmektedir.  Kullanılan ilaçların bedendeki yan etkilerinde yine dudak kuruma/yeme gibi tepkilere rastlanmıştır.

Dudağı her kuruyan birey dudaklarını yemekle meşgul olmadığı gibi dudak kuruması yaşamadığı halde dudaklarının içini, yani her daim nemli olan bölgeyi ısıran, kanamasına yol açan bireyler de mevcuttur. İşte burada daha çok psikolojik sebepler devreye girer.

Strese karşı bir nevi savunma!

Düşüncelerle meşgul olurken bazen kişinin içinden çıkamadığı durumlar olur. Özellikle fazla düşünen bireylerde kafanın içinde olup bitenler bedende zamanla bazı tepkilere yol açar. Bu düşünceler kişiyi alıkoymaya başlarken vücudun hareket etme isteğine karşın dudaklar yenmek için çok zevkli bir aktivite olarak bekler. Odak noktasını başka yöne çevirmedikçe de birey yanak ve dudak içlerindeki deriyi kimi zaman eliyle de destek alarak ısırmaya başlar.

Bu bir çeşit dikkat dağıtma yöntemidir aslında. Kolay ve zevkli görünür. Ta ki ısırılan deri acıyıp kanayana kadar…  Kimi buna aldırış etmeden devam eder çünkü bir süre sonra duyduğu o acıdan da zevk duymaya başlar. Daha sonra bu bir alışkanlık haline gelir. Bir şeyi düşünürken dişler otomatik olarak dudakları ısırmaya başlar. Düşünmekten tamamen alı koymasa da dikkatinizi dağıtan eğlenceli bir hal alır.  Fakat görüntüsü dışarıdan pek de cazibeli durmayacaktır. Eğer dudak içi kısmında bir yeme mevcutsa bu pek görünmez ama dışarıdan ise dudağınız derisi koparılmış, yer yer kızarık, kuru ve soluk bir görüntü kazanır.  

Durumu Tespit Edin

Dudak yeme, her insanın hayatında kısa ya da uzun süre yer almış bir durumdur. Stresli dönemlerde yer yer ortaya çıkabilmesi uzun sürmeden de unutulması normal bir durum olarak sayılabilir. Fakat bağımlı kişilerde bu artık fark edilmeden yapılan bir eylem haline dönüşür. Uzun bir süreç alır. Birey defalarca bırakmak istese de kendini dudağını ısırırken bulabilir. Üstelik bu eylemden sonra kendinde bir rahatlama hissetme durumu da söz konusudur.

Zaman ilerledikçe bir şeyler okurken, izlerken, dinlerken de bu durumun içinde bulur kendini.

Ne yapmalı?

Bu durum daha çok boşlukta kalınan anlarda yakalar kişiyi. Zihnin her hangi bir şeye odaklanmadığı, bedenin her hangi bir işle meşgul olmadığı zaman yaşanması yüksek ihtimaldir. Bunun için öncelikli olarak durumun farkına varmak şarttır. Dudağınızı yediğinizi fark ettiğiniz an bunu yapmamak adına o an durmanız, odağınızı başka bir alana çevirmeniz gerekir.  

Kendinize yememek adına telkinlerde bulunarak kararlı olduğunuzu gösterin. 

 Bir şeyler okumak, yazmak, örgü örmek, bir şeyler üzerinde bedenen yorulmak, dikkatinizi vermeniz gereken bir işle meşgul olup hareket halinde olmak sizi kısa süreliğine uzaklaştırmaya yardımcı olacaktır.

Dudak ısırma çoğu zaman endişelerin dışa vurumu olduğu için bu durumun önüne geçilemediğinde doktora başvurmak da iyi bir sonuç elde etmenize yardımcı olabilir. Çünkü dudak yolmanın, deri yolma hastalığı ile bunun da OKB ile arasında ince bir bağlantı bulunur.  

Dudağınıza tadı size hoş gelmeyen bir nemlendirici sürmeniz işi biraz daha hızlandıracaktır. Çünkü diliniz dudağınıza bu süre zarfında dokunmayacak ve dudağınız nemli kalmayı başaracaktır.  Bu durumda dudak içi yemek de daha az mümkün olacaktır.

Sakız veya şekerle ağzınızı oyalamayı deneyin. Beden ve zihni meşgul edebileceğimiz gibi ağız içini de meşgul edersek dişlerin dudaklara gitme ihtimalini en aza indirmiş oluruz.

Ve en önemlisi stresten uzak kalmak. Tabi mümkünse? 🙂