“Ümitsizlik diyarına gitme, ümitler var.
Karanlığa varma güneşler var.”
-Mevlana
Sevgili dost,
Kalbinin kırgın yağmurlarını dindiren bir bulut olsaydım şayet gözlerinin gökkuşağına dans eden çocuklar çizerdim hiç durmadan. Bir ney üflerdim dünyanın nazlı çehresinden. Yorgun ellerine bir buse kondurup kalbinin derinliklerine, derdinin ümit ettiği bahçelerine al yazmalı güller dikerdim.
Kaybolmuş gibi hissettiğin nice anlar nice zamanlar vardır. Ellerini en çok o zaman arar kalbin. Kalbinin neşeli sokakları bir gülümsemenle yağmurlarını sunar ülkemin bereketli solgun topraklarına. Toprağın kamburunu düzelten bir çiftçidir dirençli haykırışın. Şimdi durup biraz soluklan. Şu uluorta yerde yalnız başına duran koca çınarın gölgesi var ya hani az ötede. Gördün değil mi? Kurumuş dalları ile yapraklarını sermiş yere bir sofra gibi. En güzel nimetlerini sunuyor sana gel, otur, soluklan diye. Silerken gözyaşlarını, bir derviş selamı ile muradın gerçekleşmiş o ulu çınarın dalları altında. Dervişin selamı kimden dersin? Uzak diyarların dergâhında yetişen, maşuğunu arayıp da hep meşk ile büyüten ve “Ne olursan ol yine gel” diyen o güzel gönüldaş Mevlana Celaleddin Rumi’den.
Derviş çınarın altında. Yürümüş gelmiş uzun yollardan. Uzun uzun yolculuklar yapmış da en uzunu kendini araması ile geçmiş. Kaşları hafif yukarı kalkık, gözleriyse bir garip dilencinin umudu ile parıldamakta. Sesi müşfik bir eda ile tınlıyor. Büyük bir sükunetle topluyor eteğini, diz çöküyor dünyanın gamlı cazibesine. Bir hayli sabırlı, sakin, huzur dolu ve oldukça tahammülü. Ruhî bir mânâ ve mânevî olgunluğa erişme tefekkürü ile incecik bir tebessüm ediyor iki dudağının arasından. Dile gelip dökülüyor sözleri yaşlı çınarın gözyaşlarına.
“Can konağını aramadaysan, cansın;
Bir lokma ekmek arıyorsan ekmeksin,
Bir damla su arıyorsan susun,
Zulmün peşindeysen zalimsin,
Aşkı arıyorsan aşıksın,
Gönlün neye kapılmışsa O’sun sen..”
Gönlün bir canın emaneti.
Can cananın kadim hediyesi
Hediye umudun nazlı yaresi.
Hadi tut ellerinden, kaldır yerdeki seni.
Tut dervişin eteğinden.
Şimdi başka diyarlara yolculuk etmeye gidiyor içindeki can. Peşinden git ruhunun.
“Neyin peşinden gidersen osun sen”
Aç gönlünü ve gök dolsun gözlerine.
Aynı Erdem Beyazıt’ın Aşk Risalesi’nde söylediği gibi,
“Benim gönlüm gök gibidir açık deniz gibidir.
Pas tutmaz benim içim yeryüzü gibidir.
Toprak gibidir sen ki bulut gibisin ay gibisin güneş gibi bazen.”
Bir hayli derin ve heybetlidir sözlerin. Ay gibi parlak, güneş gibi sıcaksın artık. Haydi kalk gidelim. Nefeslendik çınarın saye/sinde.
“Tûti-i mu’cize-gûyem ne desem lâf değil
Nef’i
Çerh ile söyleşemem âyinesi sâf değil”
Nef’i ne demiş, ne söylemiş? Yoksa gönlümüze düşen sözlerin dilimizden, aklımızından geçtiği yol başka mıydı? Gönül ne söylerse dil de onun peşinden mi giderdi? Akıl olmazsa gönül hep doğruyu söyler miydi? Ne demiş Nef’i:
“Ben mucizevî şekilde konuşan bir papağanım. Ağzımdan çıkanlar, uluorta sözler değildir. Felek ile söyleşemem; çünkü aynası saf ve parlak değildir.”
Felek söyleşsin dursun uluorta şu meydanda. Sen âlem-i misâlde bir papağansın. Sen mucizenin adısın. Yaradan’a canan, gönlüne vuslatsın. Bu yüzdendir ki papağanlar feleğin şaşkınlığından uzak en güzel âlemlerde söylesinler sözlerini. Sesinin yüreğine kulak ver ve ince bir tebessümle yürü dergâhın nazlı çehresine. İşte o zaman peşinden gittiğin yolun mucizesisin. Gönlünün dervişi, sözlerinin terbiyecisi, nefsinin rehberisin. Sen ki mucizenin ta kendisisin.