Yağmurlu Bir İstanbul Akşamı
Hep suçluluk duydum ben,
Dinlediğim ezgilerden, söyleyemediğim şarkılardan.
Sonra sesimi açtım, bu sefer de
Sesim kötü müdür diye hüngür hüngür ağladım.
Mahzunluğun kızıydım sanki.
İçemediğim çayda kaldı aklım hep.
Yağmur yağarken Güneş’i özlerdim.
Kar varken açan çiçekleri.
Kulağım hiç söylenemeyen türküdeydi benim hep.
Şiirlerimi bile insanların istediği gibi yazdım hep.
Ey gökyüzü!
Sen söyle şimdi nerede bu insanlığın yüzü?
Musikisini dillendiremediğim Itri’de mi?
Piyanoyla sokaklarda çalamadığım Gülnihal’de mi?
Bir türlü kaçıp gidemediğim şehirlerde mi?
Korkup yaşayamadığım gizli aşklarda mı?
Yoksa rayihasını doyasıya içine çekemediğim
Yağmurlu bir İstanbul akşamında mı?
Ey gökyüzü!
Sen düşünür müsün hiç
Yağmur yağdırırken insanlar ıslanır mı diye?
Buzul çağın virüsü bu!
Kokuşmuş, çürümüş bir şehir…
Bir türlü dönemeyen plaklar,
Kavuşamayan kumrular,
Bir kayada ötemeyen iki keklik!
Ve ıslak toprak kokusuna derinsiz,
Asfaltta kalan salyangoza kör beşerler!
Ey yağmurlu İstanbul akşamı!
Kahve ve hanımeli rayihalarıyla dolu bahçelerden
Mazot kokulu caddelerine geldim!
Sana geldim…
Sana gelirken pek çok yoldan geçtim.
Ağaçlar, ormanlar, gri soğuk bir hava
Issızlığını benim eski günlerimden almış gibi.
Ama “denizkızları gerçektir” dedi bir düş prensesi.
Oysa radyoda “elbet bir gün buluşacağız”dan sonra
Hep “sana yetişemedim” çalardı.
Bolu’dan geçen yollara bakar bakar
Koca bir “Ah” çekerdim…
“Hep” derdim
“Hep sonradan gelir aklım başıma…”
Ey yağmurlu İstanbul Akşamı!
Şimdi Güneş açmışsın sen,
Gittiğim yol azalmış, bitmiş;
Semalarında martılar kol kola,
Marmara’da balıklar çığlık çığlığa,
Mavi büyük jipler,
Mendil satan çocuklar,
Şişman, yüklü Arap kadınlar
Mini etekli kızlar, gülüşen oğlanlar,
Bira içen gençler,
Eyüp Sultan’da namaz kılmaya gelenler,
Ayasofya’ya başı açık olduğu için giremeyenler,
Şarkılar, türküler, uzun geceler…
Ve tüm kalabalığın dilinde aynı manifesto:
“Tanrı!”
Ah İstanbul; dinsin yağmurun!
Ben geldim.
Yüreğinize ve kaleminize sağlık
BeğenLiked by 2 people