Sis tüterdi dağlarımızın oyuklarından
Bir feryat namesi ardı sıra
Yükselirdi leylak çiçeklerimin bağrından
Gün doğardı usul usul
Belli etmeden yeni bir umudun koynunda
Yaramaz çocukların körpe ayaklarından üstelik
Mahcup şarkılar koştururdu
Ve afyonum henüz patlamamış olacak ki
Kısık sesler duyardım
Annemi işitemezdim epeydir buğulu sesinden
Doğrulup günün ışıklarına karşı
Bedenimden salyalar sarkıtırdım iğrenilesi
Kalıp yalnızlığın ahenkli melodileri arasında vicdanım eğik bükük
Ağlardım tütün sarısı duvarlara
Halsiz bir hayvan gibi serildim yere gölge ağaçlar dibinde
Burnumdan ve ağzımdan günah yüklü nefesler boşaltırdım
Kader motifli ahmak yaşanmışlıklara
Elzem bir yakıştırma bana karşı tahsilli insanlar tarafından
Çağrıştırdığım ölüm semasında bulut yüklü yağmurlar taşırmışım, derler
Ağlak bir çocuk yanağı aşındırırmış
Öylesi hüzün kıvrımlı yolları sedir rahatsızlığında yürürmüşüm
Ne belli belki ben kurtların uluduğu dolunayları yaratmışımdır
Belki felsefenin doruklarına kurulan çadırlarda akıtmışımdır kanımı
Avuçlarımın içinde koşturan hırçın kısrakların sırtında
Eski savaşlar sırasında toprağa karışmışımdır…
Hiç sormak gelmez akıllarına iki vakit arası
Hıçkırık ve inilti seslerinin dayanılmaz frekanslara ulaştığı anların
Sebebiyle meşgul olamayacak kadar vakitsizlerdir sanırım
Oysa epeydir annem de uğramazdı yanıma
Çorba sıcaklığında düşlerinden sıyrılıp
Komşularım da sormazdı ve çocuklarını tembihleyip
Ağız birliği yapmışçasına
Halim; kaçak avcı köpeklerinin ağzında çırpınan keklikler gibi
Yalnızlığımın dalgalı saçları arasında tükenerek yokluğu arşınlarım
Sormaz komşular
Annem uğramaz yanıma
Toprak bereketsiz çiçek açtırmaz uslanmaz kaburgamda
Annem ve komşular ve sokaklara karışan seslerin kesintili aktarılışları kulaklarıma
Kırgın askerlerin pervasızca çökmesi şehrin göğsüne
İki çift lafın bir araya getirilememesi kadar suçlu
Soylu ailelerin yatak odalarına kilitlenen sırları gibi
Küçük ve büyük mağlubiyetlerin farketmeksizin istikrarlı varoluşları
Benim sesimi işitmeyen sağır bilgelerin sızlanması dileği ile
Kapatıyorum güneş ışıklarına gözlerimi
Bir ölümsüzlük düşü biliyorum aslında bu da benim mahremim
Rüzgâr uğultulu tepelerden sis tüterdi
Yanık sesli bir türkü sonrası
Nergis çiçekleri baharı kovarlardı
Minik ellerle yapıştığımız yaşamın boynuna
Şimdi uzun tırnaklarla çizikler atardık
Gün sayarken
Rutubetli duvarlara
Ve ihtilaller çıkardı gönül sultanlığında
Sıcak bir yatak çok görülürdü
Annem kara tülbentleriyle uğramazdı kaldığım çukura
Körpe bir kök salınırdı toprağımdan derine doğru
Saçaklara yükselirdi avazım
Üstüme dökülen lavlardan korumazlardı beni
Hançerli bir el tanırdım yakınlarda
Üstü başı temiz bir vücuttan olamayacak kadar gaddar
Sırtımı sıvazlardı ya çocuk sever gibi
Beklemediğim bir an yüksek şiddetli tokatlar çarpardı yanaklarıma
Gecesine çift paket zehir tüttürürdüm kimsesizler huzurunda
Babam uğramazdı annem duymazdı
Öksüz ve yetim düş sarsıntıları üzerine çıkarırdım kanlı hançeri
İnancımın kıyısından
Tokatların boş duvarlara vuran yankısından
Daha sonraları öğrenecektim
Akıntısına kapıldığım yolculuğun keskin taşlarda son demlerini tüketeceğini
Üstüne kararlı olduğunu varlığımın hayat sahnesinde
Sıska bir vücutta sayılan kemiklerimden ibaret olduğumu
Sakin şarkıların penceremin dışından şakıdığını
Kuş seslerine karışarak
Kayıplardan kaçıştığını
Ve son bir isteğimin taşralı bir papazın şarapsız geçen gecesinde
Günahından habersiz yaktığı hükümlerin soyunduğu göklere
Kanat çırpan tüysüz yavruların
Başımdan aşağı döktüğü çirkin yalanlarda yıkanmak
Pür pak bir çarşaf kokusunda
Sonsuza dek uyumak nefessiz
Üstüme örtülen kahverengi toprak ve
Sarımtırak tütünler
İçinde kurulanmak yolculuğumun hazin günahlar küvetinde
Mükemmel 👍
BeğenLiked by 1 kişi
Ne güzel dile gelmiş satırlar. kaleminize sağlık
BeğenBeğen