Nereye?
“Ah kimselerin vakti yok,
durup ince şeyleri anlamaya…”
“KİMSENİN UZUN YAZILAR OKUMAYA VAKTİ YOK BİRBİRİMİZİ KANDIRMAYALIM”
Şimdi önce oynat tuşuna bir dokunuver, müziği bir aç, sonra da vaktin olursa eğer yazıyı okursun. Ama ezgiler sözlerin bittiği yerde devreye girer işte. 🙂
Yine gel bakayım buraya, kaçamazsın bir yere! Bak bu yukarıdaki ezgi bir anne müşfikliği barındırıyor içinde. Ona göre, sonra terliği yersin benden söylemesi…
Şu an dinlediğin bu ezgi ne söylüyor sana biliyor musun?
Sanki genç bir kız yaşamın hengamesinde yaşlanınca o kendini unutan bunaklardan olmak istemiyor ve işte tüm bu yorgunluğunu annesinin kucağında saçının okşanmasında buluveriyor. Ne yemek, ne uyku, ne de Allah! Öyle huzurlu ki burada, sanki “küçül de cebime gir” lafını duydu da annesi onu eskiden ki gibi yatağına taşıyıverecek… Sonra acı bir ses kulağında: ” Uyan kızım, büyüdün artık sen! “
“Yok be anne büyümedim; ben hâlâ senin küçük kızın, o çocuk Ezgi’yim…”
Buraya kadar dayandıysan yani okuduysan yazımı öncelikle kendine bir teşekkür et, sonra da biraz bekle tam burada ve “Kadife Sesli Ceren” ile oku. Aşağıdaki yazımı, akordeon ile neyin ahenginde kaybol evvela, hemen değil bak o’nunla oku, bekle…
“siyahın gölgesinde bir güz/ellerinde ağır ezgi/…uzağımdan geçmez vakti zaman/her birimize bu yazgı…”
bekle…
“y ü r ü oğul y ü r ü !
Müzik işte; altı üstü bir müzik. Bir seda, bir tel, bir tuş, biraz bir cızırtı… Nasıl bu kadar iyi gelebiliyor ki bizlere? İnsan niçin sözlerin kafi gelmediği yerde ezgilere sığınır ki?
“Melodisi o kadar huzur verdi ki bana sözlerini hiç okumadım” demiş bir kimse ya; öyle işte…
https://www.antoloji.com/buhran-7-siiri/
Ama insan en önce kendine müşfik davranmalı güzel ezgi. Böyle annen senin saçlarını nasıl okşadıysa sen de al kendini, dizine yat ve sonra okşa her bir telini.
Sonra sarıl kendine, “aferin sana!” bugün gitmen gereken yolu yine keşfettin, sakın dinleme sana ilk adımlarını öğreten ailenin “bu yoldan gitmelisin!” çığlıklarını, sen kendi yoluna var git. Unutma yoldan çıkanlar gidemezler o’na. Gözlerinin içine bak kendinin ve bunu o’na yapamayacağını acı bir şekilde hatırla. Çünkü hata yapmağ çok güzeldil. Çünkü sen de biliyorsun kuşlar uçmayı öğrenirken anneleri “aman yavrum düşecek!” diye evhama kapılmıyor. Ee, ne diyor şu bizim ezgi: “kuş ol da uç gel!”
Ahesteliğin mollası kaplumbağalara danış ettim
Yola teslim gerek imiş
Telaşı bırakıp kendimi dinlemeye gönül verdim
En güzel göç bende gizliymiş…

Bir avakadonun 22 yılda meyve verdiğini öğrendikten sonra dedim ki “e pahalı olması normal, bu meyve çok yavaş büyüyor…”
Bir gün avakado yiyebilmeniz dileğiyle bu yazıdan evvel bir kendinizi okumanızı temenni ederim!
Hoş akıl da ne gönül imiş asıl iş
Asıl mesele kalbim ne derse onu mu dinlemekte?
Sabır beklemek değil dikeni görüp gülü sezmekteymiş,
Her yolun sonunda ölüm var ise bu beşer niye kendine zulüm etmekte?
Duymak ile dinlemek arasında büyük fark vardır. Dinlediğini anlamak… Müziğin, ritimlerin, sözlerin büyüsüne kapılmak ne büyük lütuftur. En başta da kendini dinleyebilmeli insan.
BeğenLiked by 1 kişi
“nice insan duyuyor bizi de beşer onları boş verip kendine bakmalı içe dönmeli azizim” der şair, sonra da ekle “ilim ilim bilmektir ilim kendin bilmektir sen kendini bilmezsen ya nice okumaktır” teşekkür ederim yorumunuz için efendim 🙂
BeğenLiked by 2 people
Umarım çok geç kalmamışımdır… Esasında bu parçayı dinleyeli çok zaman olmadı. Beni alıp götürdüğü uzaklardan halen gelemedim desem yeridir. Burada da karşılaşınca sevindim doğrusu. İnsanların “insanlık” vasfına erişmesindeki arayışlarında, farkındalığın pek mühim olduğuna inanmışımdır. Ne mutlu; sözlerin, ezgilerin, tebessümlerin, göz yaşlarının, yakarışların, sessiz çığlıkların, yağmurun, toprak kokusunun, güneşin sıcaklığının, ayın büyüsünün farkında olanlara… Kutlarım.
BeğenLiked by 3 people