Kendini Arayan Kayıp Ruh

Issız bir adada tek başına olduğunuzu ve artık bulunma umudunuzun kaybolduğunu düşünün. Ne kadar çaresiz ve ümitsizce değil mi? Şimdi günümüze gelin. Kalabalıklar arasında yalnız olduğunuzu ve birçok arkadaşınızın, ailenizin, yakınlarınızın içinde yapayalnız bir ruhla, bulunduğunuz çağdan ölesiye nefret ettiğinizi hayal edin. Issız adada tek başınalık mı incitir benliğinizi yoksa kalabalıklar arasında yavaş yavaş yok olmak mı? Bu soru eğer bana sorulsaydı ikincisini seçerdim. Çünkü o ıssız adada birilerinin gelmesi benim içimde hep bir umut kapısı açar ve yok olasıya dek içimde varlığını sürdürdü. Fakat etrafınızda onlarca insan varken ve siz yalnızken içinizi gören birinin olmaması ruhunuzu ebediyetten umutsuzluğa sürükler.

Peki, sevgili okur, yalnızlık nedir? Ne zaman insan var olur? Ne zaman kendini değerli, neşeli ve mutlu hisseder? Ah bu sorular… Cevabı her insan için farklı anlamlar taşıyor biliyorum. Sylvia Plath’in bu hissi nasıl yorumladığına bakın.

“Tıpkı bir kasırganın merkezindeki sakin bölge gibi durgun ve bomboştum, çevremdeki karmaşanın içinde yuvarlanıp gidiyordum.”

Karmaşanın sebepleri her çağda ve her asırda farklı nedenleri doğursa da hissettirdikleri şey daima benzerdir. Koca bir başınalık ve üzerimize çöken boşluğun dayanılmaz ağırlığı. Boşluğun ağırlığı hiç olur mu demeyin. İnsan meşgulken, bir işle uğraşırken düşüneceği onca şeye vakit bulamaz. Sadece odaklanır ve işine zaman ayırır. Ama boş vakitlerimiz varken ve artık boşluğun hecelerini deftere nakış nakış işlerken düşünceler zihni bir örümcek ağı gibi kaplar. Sardıkça çekilmez, dayanılmaz bir sancının panzehri yayılır tüm bedene. Demem o ki insanın en ağır yükü zihninde yarattığı boşluklardır. Hep meşgul olmak, bir şeyle uğraşmak ve zihnimizi ele geçiren düşünceleri ertelemek sağlıklı olan mıdır?

Duygularımızı bastırmak, özlemlerimizi ertelemek ve o anda ne yaşayacaksak içimizde bir yerlere gömmek peşimizi bırakmayan bir ruh gibi dolanır her defasında. Acıyı, sevinci, özlemi, iç bunalmaları ve kararsızlıkları anda yaşamak ne geleceğin üzerine bir yük bindirir ne de geçmişe bırakılacak keşkelerin sıkıntısını doğurur. Şimdiye bakmak, anı yaşamak belki de duygularımızın en özgür olduğu zamanlardır. Kaygılarımız olmayacak mı, üzülüp sıkılmayacak mıyız? Elbette üzülmek, mutsuzlukları, özlemleri doruklarda yaşamak insan olduğumuzun göstergesidir. Tek başınalık belki de o kadar kötü bir şey değildir sevgili okur. İnsan kendine zaman ayırmalı, kendine ait odasında benliği ile hemhal olmalıdır. Kalabalıklar bizi anlamasa da bizi en iyi anlayan yine kendimizizdir. Eğer kendi yalnızlığımızda, verdiğimiz iç savaşta yine kendimizi dışlarsak bu sefer sonsuz bir karamsarlığa ve ümitsizliğe kapılırız. İnsan özgürdür, kendine ait odasında. Edebiyatta bu olguyu çok güzel işler her detayında.

Psikolojik yabancılaşmanın en bariz örneği Yusuf Atılgan’ın Anayurt Oteli’dir. Zebercet’in kopukluğunu hat safhada görmek mümkündür. Zebercet şahsında karamsarlığı, acıyı, tükenmişliği ve hayatın bitirdiği insan modelini görürüz. Tutunamayanlar’ın Selim’i. O hayata tutunmak istemiş ama elinden geleni yapsa da o kalabalığa katılamamış, onların arasına girmeye hak kazanamamıştır. Çocukluğundan beri burjuvanın sahteliği ve kimsenin kimseyi dinlemediği bir çağda yaşamak midesini bulandırmış, onu oldukça yormuştur. Bakın bunu nasıl tasvir etmiş Oğuz Atay.

“Ne gördün bütün kapıların birer birer kapandığı bu dünyada? Hangi kusurunu düzeltmene fırsat verdiler? Son durağa gelmeden yolculuğun bitmek üzere olduğunu haber verdiler mi sana? Birdenbire: “Buraya kadar!” dediler. Oysa bilseydin nasıl dikkatle bakardın istasyonlara; pencereden görünen hiçbir ağacı, hiçbir gökyüzü parçasını kaçırmazdın.”

Selim Işık’ın hikâyesi size başka bir yerden tanıdık geliyor mu? Evet, evet bildiniz. Jack London’ın Martin Eden’i. Hayalleri uğruna savaşan, eğitimsiz bir camiadan gelip kendini sürekli geliştirmek için elinden geleni yapan, asla pes etmeden sürekli yol kat eden yazar Martin Eden. Bir gün hayalleri gerçekleşince elde ettiği haz onu tatmin edecek midir? Hayallerini kaybedince hayatın derin sularına mı bırakır kendini? İnsan hayallerini, ideallerini, umutlarını kaybedince derin bir yalnızlığa hapsolurmuş, bunu öğretecek bize sevgili Eden.

Peki ya her sabah günlük rutininden uyanmayı dilerken bir sabah böcek olarak uyanan Gregor Samsa? Onun yalnızlığı ve hüznü edebiyat dünyasının en ünlü yakarışlarındandır. Kafka muhteşem bir dönüşümü, toplumun hoşgörüsüzlüğünü, dışlanmışlığı, ötekileştirmeleri ve tahammülsüzlüğü böcek metaforu üzerinden uzun bir yolculukla paylaşır okurlarla. Toplumun yabancılaştırdığı bedenleri, ölesiyle nefret edip soyutladığı ruhları görmezden gelmek, onları öldürmekle eş değerdir. Siz hiç kendinizi Gregor Samsa gibi hissetmediniz mi? Toplum acımasız ve zalimdir. Bunu yok etmekse bazı vicdanlı insanların elindedir. Yaşamak gerek, özgürce ve hürce.

Ne diyor Dönüşüm ‘de, “Ölmekten müthiş bir şekilde korkuyordu çünkü henüz gerçek anlamda yaşamamıştı.” Daha çok örnek gösterilebilirim sizinle. Her seferinde şunu görmek mümkün:

Yalnızlık, arayış, insanın kendini buluş evresi, kalabalıklar içinde var oluş kavgası bulunduğumuz çağın vazgeçilmeyenlerinden. Yalnız da kalsanız içinizdeki çiçekleri büyütmek için var gücünüzle tutunun hayata. Mutlu olmak için, hayatın güzelliklerini bir an olsun kaçırmadan yaşamak için her zaman bir sebep vardır şu çağda. Hep vardı ve var olacak. Amacım öğüt vermek değil sevgili okur, sadece küçük bir öneri. Maurice Blanchot’un bir sözü vardır bununla ilgili.

“Ben bir taşın altındayım, ezildim; kalkmaya çalışıyorum. Bu sırada siz gelip taşın üzerine oturuyorsunuz ve bana öğüt veriyorsunuz.”

Demek istediğim, öğüdün de dışında sadece bir tavsiye. Kendinizi yaşatmak için ektiğiniz her güzel çiçek, etinizle, kemiğinizle nefret ettiğiniz şu zalim çağı güzelleştirmeyi sağlayan amaçlardan birisi haline gelecek. Çiçekleriniz hep büyüsün isterim. Büyüsün ve evrene güzel tohumlar bıraksın. Belki bir gün başka bir yürekte sizin çiçekleriniz açar, kim bilir.

Daima sevgiyle kalmanız dileğiyle…

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s