Nasıl bir toplum içinde yaşıyoruz dersiniz? Kuralların, yasaların, yasakların veya kendi içimizde kendimize koyduğumuz sınırların içinde bulunuyoruz. Kurallar ve yasalar bir toplum için elbette gerekli olan durumlardır. Evlenmek çok zaruri bir ihtiyaç değildir ancak kırk belki elli yaşına gelmiş ve evli olmayan bir insanla karşılaştığımızda ona üzülüyoruz. Yorgos Lanthimos’un distopik filmi The Lobster’ın konusu bize çok farklı gelmiş olsa bile alt metinde aslında filmde gördüğümüz bu dünyanın farklı bir boyutunu bizler de yaşıyoruz. Distopik bir kara komedi filmi olan The Lobster’ gelin birlikte inceleyelim.
Toplum içerisinde bekâr dolaşmak veya bekâr olmak yasaktır. Şehir hayatı içinde evlenme yaşına gelmiş tüm insanlar şehrin dışında bulunan bir otele gönderiliyor. Bu otelde bulundukları kırk beş gün içinde kendilerine evlenecek bir eş bulmaları gerekiyor. Eğer bu süre içerisinde kendilerine bir eş bulamazlarsa istedikleri bir hayvana dönüştürüyorlar. Bu kırk beş günlük süreyi uzatmanın bir yolu var. Avlanmak. Bekâr olup bu düzeni kabul etmeyen yalnız insanlar kaçak bir şekilde ormanda yaşıyorlar. Eğer bu insanlardan birini avlarlarsa sürelerine her av için artı bir gün ekleniyor.
Filmde aslında üç hayat var; düzene karşı çıkıp ormanda yaşanlar, otelde yaşayıp kendilerine eş arayan insanlar ve şehir hayatı içinde yaşayan evli çiftler. Başkarakterimiz David eşi onu terk ettikten sonra otele yerleştiriliyor. Kırk beş gün içerisinde de kendine bir eş bulması isteniyor. Eğer bu süre içerisinde kendine bir eş bulamazsa denizi sevdiği için ve zeki hayvanlar olarak gördüğü için ıstakoza dönüştürülmeyi istiyor. Ancak kendine uygun eş bulmak öyle kolay değil. Her insanın belirleyici bir özelliği var. Örneğin; mavi gözlüysen seçeceğin kişi de mavi gözlü olmalı, sebepsiz yere burnun kanıyorsa eş olarak seçtiğin kişinin de sebepsiz yere burnu kanamalı, topallıyorsan eşin de topallamalı veya duygusuz bir insansan eş olarak seçeceğin kişi de duygusuz olmalı vs. Bunun sebebi de farklılıkların bizi birbirimizden uzaklaştırdığı düşüncesidir. Otelde tek başına bir şey yapmak yasaktır. Yemek yenilecekse toplu bir halde salonda yenilir. Avlanmaya toplu bir şekilde çıkılır gibi. Zaman zaman insanlara evliliğin nasıl iyi bir şey olduğunu göstermek amacıyla çeşitli toplantılar düzenleniyor. Örneğin bir canlandırmada adam tek başına yemek yerken boğazına bir şey kaçıyor ve adam ölüyor. Diğer bir canlandırmada adam yemek yerken yanında eşi bulunuyor adamın boğazına bir şey kaçıyor ve eşi adamı kurtarıyor.
IMG_2690.CR2
Filmin ilk kısmında otel ve orman ön plandadır. Birbirlerinden farklı gibi görünseler de aslında ikisi de kurallardan ve baskıcı bir ortamdan oluşuyor. Bir tarafta eş olmak zorunlu iken diğer tarafta yalnız olmak zorunludur. Eğer ormanda yalnızlarla birlikte yaşayacaksan her şeyi tek başına yapmalısın. Tek başına dans etmelisin veya tek başına hayatta kalma mücadelesi vermelisin öyle ki ölmeden önce kendi mezarını kazmalısın çünkü öldüğün zaman diğer insanlar senin mezarını kazmak zorunda değiller. Sadece üzerine biraz toprak atarlar o kadar.
İlişkilerin karmaşık olmaması gerekiyor siyah ve beyaz her şey net çizgilerle belirlenmelidir. Filmde David’in yaşadığı durumu bu sözle özetleyebiliriz aslında ‘’İnsanın hissetmediği halde hissediyor gibi davranması, hissettiği halde hissetmiyor gibi davranmasından daha zor.’’ David otelde tanıştığı duygusuz, sert, hiçbir şey hissetmeyen kadını eş seçmek zorunda olduğu için olmadığı halde duygusuzmuş gibi davranıyor. Tam tersi ormanda tanıştığı sevdiği kadını sırf yalnız olmak zorunda bırakıldıkları için sevmiyormuş gibi davranmak zorunda kalıyor.
Baskılar, otorite, insanları istemedikleri durumlara yönlendirmek sadece distopik dünyalarda karşımıza çıkan bir durum değildir. Yaşadığımız toplumları biraz gözden geçirmemiz bizim de farklı bir yaşamımız olmadığını görmemizi sağlayacaktır. Peki, sen böyle bir distopya içerisinde yaşamış olsaydın hangi hayvana dönüşmek isterdin?