İnsan, ortalama 70 yıl yaşadığı hayat sahasında ömrüne alabildiği kadar düşler, beklentiler, duygular, acılar, mutluluklar sığdırmış olan; bunca farklı duygulara ve fikirlere sahip olup, evrende var olduğu sürece bu sınırlı hayatında hep bir anlam arayışında bulunan bir varlıktır. Anlam, onun belirsiz bu hayat sürecini yaşanabilir kılan onu bilinçlendiren bir olgudur. İnsan aynı zamanda doyumsuz, hep daha fazlasına yeltenen, sınırları ihlal etmeye müsait, hataya meyilli ve hatayla deneyimli bir varlıktır. Hayat boyu yaşadığı bir çok şeyden anlam çıkarma çabası içinde bulunan insan, aynı zamanda acıyı hissetmeye, yara almaya da en müsait varlıktır.

Her şeyde bir anlam arayıp bulan insanın çektiği acılar, aslında çıkardığı anlamlarla doğru orantılı ilerler. Olaylara bakış açısı, değerlendiriş biçimi, karakteri ve duyguları tamamen bulduğu ve dayandığı bu anlamlara bağlıdır.
Hayat bir dere misali hiçbir an olsun zamanın bir noktasında durmadan, akmaya devam ederken insan bu hayatın neresine tutunuyor? Diye soracak olsak, kesinlikle bulduğu anlamlara tutunduğu söylenebilir. Evrende anlam arayan tek canlı olarak insan, yıllar boyu hep bu kavramın peşinden koşup bununla hayatını şekillendirmiştir.
Çektiğimizi zannettiğimiz bir çok sıkıntının, hissettiğimizi düşündüğümüz bir çok acının da altında bizim yüklediğimiz anlamlar, düşüncelerimiz, beklentilerimiz, dayanak olarak gördüklerimiz yatar. Hayatın anlamını mutluluk ve sevgi olarak koyan bir kişi, yaşamının hüzünlü bir zaman diliminde dibe çökecektir. Çünkü o bütün anlamı mutlulukta bulmuş, mutlu olmazsa hayatın kendisine hep acı vereceği yanılgısına kapılmıştır. Anlam bulmak adına tekrar bir mutluluk arayışına girecek, arayıp bulamadıkça kendini dibe geriliyormuş gibi hissedecektir . Veya hayatının merkezine başarıyı koymuş, anlamı, mutluluğu başarıda yakalamış bir kimse, yine hayatın bir bütün olduğunu varsayarak düşündüğümüzde, eksik ya da yanlış bir şey yaptığında buna kafa yorup, suçu yine kendinde arayacaktır. Aynı şekilde mükemmeliyetçiliği hayatının merkezine koyan insanlar da kusur kavramıyla yüzleştiğinde bunu kabullenemeycek, kafasında büyütüp bu sorunla yüzleşemeyip kendini üzmenin yollarında hırpalanıp duracaktır.
Neye anlam yüklüyorsa insan oradan nasibini alacak, aksini görüp zıddıyla da yüzleşecek, hayatın her zaman merkezdeki gibi gitmeyeceğini, işlerin hep planla yürümeyeceğini görecektir. Süreklilik arz eden bir şey olmadığını, hayatın hep bir değişim içinde, insanı sabit bırakmadığını yaşayarak bilecektir.
Tüm bu kargaşanın ortasında ise sonunda tek bir anlam çıkacaktır. Yaşam denilen bu süreç, bir kargaşa, bir arayış, anlam bulma çabası, direniş, yıkılış, acılar ve umutlar, hüzünler, mutluluklar bütünü. Aynılıktan uzak, değişime ve değiştirmeye müsait, içinde her şeyden bir miktar bulunduran duyguların tümü. Böylelikle her şeyi anlamlandırmak yerine yaşamı kabul etmek, şartlandırmadan, her haliyle kabullenmek ve her şartta devam etmeyi öğrenmek insanlık adına en birinci çıkarılması gereken anlam olacaktır.
“Hep gülemezsiniz. İşler hep yolunda gitmez. Hep mutlu olmak mümkün değildir. Hep kazanmak diye bir şey olmaz. Hep doğru yapmazsınız. Ama hep acı çekmezsiniz de. İşler hep kötüye gitmez. Hep mutsuz olmaz, hep kaybetmez, hep yanlış da yapmazsınız. İşte bunlar hep yaşamak.”
-alıntı