Yazarlar zorlu zamanlarının sonsuzluğa uzanan namelerini bize söylerken, içimize dokunan cümleleri sayfaların üzerinde beğendikleri satırlara sıra sıra yerleşirler. Kuşkusuz ki Charles Dickens‘da kusursuz cümleleriyle edebiyat tarihinin başyapıtlarından birisini kaleme aldı, İki Şehrin Hikayesi. Gelin birlikte bu şahane kitabın şahane girişini beraber bir daha okuyalım.
“Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü, hem akıl çağıydı, hem aptallık, hem inanç devriydi, hem de kuşku. Aydınlık mevsimiydi, Karanlık mevsimiydi, hem umut baharı, hem de umutsuzluk kışıydı. Hem her şeyimiz vardı, hem hiçbir şeyimiz yoktu, hepimiz ya doğruca cennete gidecektik ya da tam öteki yana. Sözün kısası, şimdikine öylesine yakın bir dönemdi ki, kimi yaygaracı otoriteler bu dönemin, iyi ya da kötü fark etmez, sadece ‘daha‘ sözcüğü kullanılarak diğerleriyle karşılaştırılabileceğini iddia ederdi.”

Bu İki Şehrin Hikayesi Nedir?
Kitap 1775 senesinde, kasım aylarının sonlarına doğru bir cuma gecesi Fransa’dan Londra’ya at arabasıyla yapılan uzun bir yolculukla başlar. İngiltere’yle Fransa’da o dönem yaşananları Fransa’da sıradan halkın kendilerine karşı soyluların hayvanca eziyetlerinden bıkıp ihtilal yapmasını fakat ihtilalden önceki Fransız halkının çektiği acılardan, eziyetlerden, yoksulluktan, halkın mazlumluğundan eser kalmamasını ve ihtilalden sonrasında halkın çılgınlığına, yargısız infazlarına, kana susamışlığına, intikam için adaleti çiğnemelerine, halkın zalimliğine dönüşümünü ele alır.
Romanda bunun dışında, Londra ve Paris ekseninde yaşanan bir aşk hikayesi etrafında ki gelişen olaylar var ve bu olaylar romana daha sonradan dahil olan diğer karakterleri de birleştiriyor. Bir kızın babasına duyduğu özlem ve sevgisi daha sonra babanın kızına sahip çıkması, bir dostun sevdiği kız ve arkadaşı için kendi hayatını feda etmesi gibi çarpıcı konular da İki Şehrin Hikayesi romanında işlenen konular arasında.

Tarihe Not Düşülen Bir Olay: Bastille Kalesi’nin Düşüşü
Devrimin dönüm noktası ve hafızalara kazanacak görüntüsü Bastille Kalesi’nin düştüğü andır. Bastille’in düştüğü gün ”yüzlerce kişinin ayak sesleri sokağı inletiyordu. Sabahtan beri sokağın yaşayan ölüleri bir o yana, bir bu yana koşturup duruyorlardı ve zaman zaman aydınlanan güneş bu ölülere ışık veriyordu sanki.” diye yazdı Charles Dickens. Bastille Kalesi düşmüş, devrim tamamlanmıştı fakat devrimden sonra yakın zamanda da değişen pek bir şey olmamıştı. Ta ki Napolyon’un devrime karşı direnen Toulon şehrini kuşatıp ele geçirene kadar.